Bazı insanlarla aynı çağa denk düştüğünüz için çok şanslı hissedersiniz. Aynı şekilde, bazılarıyla hiç karşılaşmadığınız için de “Keşke” ile başlayan cümleler kurarsınız içten içe.

Başlığa konu olan olayı –Yahudilerin Düğmeleri– Sunay Akın’ın akıcı anlatımı ile dinlemiş olanlar çok şanslı. Ben de izlediğim videolar ve okuduğum yazılardan hareketle, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım bilmeyenler için.

Takvimler 1938’in 10 Kasım’ını gösterirken Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk; 09.05’te, Dolmabahçe Sarayı’nda göçtü bu dünyadan. Uğruna bütün bir ömrünü adadığı ülkesi ise derin bir sessizliğe gömüldü.

Öyle ki Tanrı’nın yaktığı ışık Tanrı’nın yanına yola çıkmıştı. Karanlıkta kalan yetim birer çocuk başı gibi düşürmüştük başlarımızı, omuzlarımıza. Hepimiz onun evladı gibiydik çünkü.

Birini çok sevmeniz, onunla aranızda derin ve kelimelerle ifade edilemeyen bir anlam bulunması; ruhen evlatlık ve kardeşlik gibi bağları da inşa ediyor. Dolayısıyla kenetlenmiştik ortak acı etrafında. Mustafa Kemal, bu milletin ruhuna gönderilmiş ışığıydı. İster kabul edilsin ister inkar, gerçeği değiştirmez var olan inanışlar.

Atamızı; Mustafa Kemal’i sirozdan kaybetmiştik. Karaciğeri yetememişti onu yaşama yeniden bağlamaya.

Atatürk'ün ölüm haberi -  Cumhuriyet Gazetesi

Atatürk’ün ölüm haberi –  Cumhuriyet Gazetesi

Veda etmişti arkasında aziz milletini bırakarak.

Bu yazının konusu olan ve tarihe, “Yahudilerin düğmeleri” olarak geçen düğme olayını meydana getiren yas, Mustafa Kemal’in yasıydı.

Yahudi düğmelerinin ne işi vardı bizim acımızda, kaybımızda değil mi?

Yahudilerin Düğmelerini Koparması Ne Anlama Geliyor?

Ata’nın cansız bedeni, top arabasındaki tabuta konuluyor.

Tarih: 28 Kasım 1938. Yer: Karaköy.

Gökyüzünden, bir anda onlarca düğme düşmeye başlıyor Atatürk’ün, Türk bayrağına sarılı tabutuna.

Rengarenk, çeşit çeşit düğmeler… O vakit esrarı çözülemeyen bu olay kısa bir süre sonra aydınlanıyor.

Ata’nın tabutuna düşen o rengarenk düğmeler Yahudilerin düğmeleriymiş.

Çünkü Yahudilerin bir yas adetleri var, adı “Keriya“.

(İspanyolca “elveda” anlamına geliyor.)

Çok sevilen birini kaybettiklerinde, kıyafetlerinden bir parça koparıp giden sevdikleri ile yolcu ederlermiş.

Atatürk’ün naaşının geçişi sırasında kıyafetten kopartılan o küçük renkli düğmeler de bunun bir simgesi.

En net anlamı ise şu:

“Ben sensiz/senden sonra eksiğim”

Yahudiler, Mustafa Kemal’i uğurlarken bunu söylemişler “Senden sonra eksiğim”

Ne kadar naif, ne kadar kırılgan, ne kadar dolu bir anlam değil mi?

“Acının, yasın, kıymetin, kurulan bağın ırkı olmuyor.” diyor cümle.

“Yalnız kalan bir siz değilsiniz!” diyor cümle.

Ve yine o cümle diyor ki “Nasıl güneş hepimizinse, Mustafa Kemal de öyle…”

Işığın milleti, ırkı olur mu hiç?

Aydınlatırken tüm karanlığı gözeten Ata, uğurlanırken de tüm dünyayı alıyor arkasına.

 Giyim markası Kiğılı’nın da bununla ilgili güzel bir reklamı var, yeri gelmişken paylaşmak istiyorum. 


Elbette anlattığım; hissettiğimin yanında başı kel, ağzı kekeme cümlelerden ibaret. Affola. Olayın detaylarını anlatırken ve anımsarken kendi çocukluğuma ve 10 Kasım’larıma gittim.

Okulun açıldığı o ilk günlerde Türkçe kitabından bana gülümseyen Ata’yı hatırladım. Okul bahçesinde bulunan büste gittim anılarımın içinde, oturdum Mustafa Kemal’i seyrettim.

Çocukken pek de anlamını kavrayamadığımız 23 Nisan’lara, 19 Mayıs’lara ve 29 Ekim’lere gittim.

Şunu fark ettim ki, onun öldüğüne hiç inanmamışım. Bizi izlediğine, gördüğüne inanmışım ve bizimle gurur duysun diye çabaladığımı yeni yeni fark ediyorum. Şerefli, haysiyetli insanlar olmamız gerektiğini; bunu yaparsak onu mutlu edeceğimizi içten içe kabul etmişim. Her 10 Kasım’da “Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor” derken, yüreğimin ta dibine kadar samimiymişim.

Bunları yazarken olduğum kadar samimi üstelik. Filtresiz hissetmeyi çocukluğumdan beri terk edememiş olmaktan şikayet ederdim, lakin şu an mutluyum.

Çünkü bir Yahudi’yi, Ermeni’yi, Arap’ı, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i; insanı ne olursa olsun sevmeyi ve ayırt etmeden elini uzatmayı esirgemeyen Ata’nın o “Aziz millet”inin evladıyım.

O yok diye çok eksiğim, ama var oldu diye de çok tamamım.

Ömrüm vefa ettikçe eksikliğini taşıyacağım kalbimle, aklımla, ruhumla. Yetmez lakin teşekkür ediyorum.

Şu yazı da ilginizi çekebilir: Kürt Böreğinin Tarihi ve Hikayesi

Tarihin penceresinden gelip güne konu olan olaydan hemen sonra şunu da sormak istiyorum önce kendime sonra herkese:

“Yokluğunda bile bir olmayı öğreten bir adamı tanıma şansına nail olmuşuz biz, kalbimiz neden karanlık?”

Kalbiniz neden hala karanlık?

İnsanın sevmekten, birlikten, bütünlükten başka çaresi olmadığını kaç Mustafa Kemal anlatmalı daha?

Ricamdır, istirhamımdır: Ne olur yakın kalbinizin ışığını.

Eksiği ve fazlası ile sarılın yanınızdakine.

Sabahattin Ali’nin cümlesi ile bitirmek istiyorum bu satırları

“Bir insan bir insana her halde yeterdi.”

Yeteriz biz insan olarak diğerimize. Her halde!

Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”sini de hatırlayalım: https://www.fmv.edu.tr/tr-TR/genclige-hitabe/110