Dedemden bana miras kalan en önemli şeylerden bir tanesi ikinci ismim. Yani Mustafa… Çok fonksiyonlu bir adamdı Mustafa Alkan. Bahçe işlerinin her türlüsünden anlardı yaşıtı olan birçok insan gibi. Hangi sebzenin ya da meyvenin hangi zamanda hangi koşullarda yetişeceğini iyi bilirdi. İyi bildikleri arasında avla örmek, (yani bahçe çiti) inşaat yapmak gibi meziyetler de vardı ama en farklı meziyeti ve mesleği mezar kazıcısı olmaktı. Düşünsenize hayatını kaybeden insanların mezarlarını usulüne uygun biçimde kazmak karşılığında yakınlarından ücret alıyordunuz. Sanırım bunun sabit bir ücreti yoktu, gönülden ne koparsa şeklindeydi, o zamanlar küçük olduğum için çok hatırlamıyorum. Hiç dedemle iş yerine de gitmemiştim; yani mezarlığa… Belki de küçük olduğum için gitmek istesem de götürmezdi beni. O zamanlar nüfusu az olan bir ilçemiz olduğu için (şimdilerde 10 katı arttı) ölenlerin hemen hepsini tanır, akşam geldiğinde kimlerden olduğunu anlatırdı. Aşağı yukarı 80 yaşına kadar çalıştı dedem. Ardından bir kaza sonucu yatağa bağlı kalınca bıraktı. Ve birkaç sene sonra da vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Hep düşünürdüm, yıllarca mezar kazan bir adamın mezarını kim kazacak diye… Oysa hiç düşünmeme gerek yokmuş, biri bulunurmuş. Nitekim dedem vefat edince de onu da iş yerine defnettik. Herkese nasip olmaz iş yerine defnolmak.

Dedemin çalıştığı yıllarda ölenlerin cenaze ilanı için sâlâ okunur ve cenazenin hangi camiden ne zaman kalkacağı ilan edilirdi. Ben o zamanlar yeni bir sâlâ okunduğunda ölen insanlar için üzülür ve kimsenin ölmemesi için dua ederdim çocuk aklımla. Hatta içimden şu dua geçerdi: “Kimse ölmesin Allah’ım, olsun dedem işsiz kalsın. Başka iş bulur, ben de çalışırım gerekirse…” Nitekim insanlar ölmeye devam etti, dedem de çalışmaya… Sonra dedem öldü ve insanlar çalışmaya devam etti.