Takvimlerin 2017’yi gösterdiği şu zamanlarda ben 30 yaşına merdiven dayamış koca bir adamım. Yaş olarak bakarsak evet, eşek kadar olduk ama ben kendimi hiç büyümüş hissetmiyorum. Bazen yaşlandığımı hissettiğim oluyor tabi, yine de yaşlanmakla büyümek aynı şey değil. Gönlümde bir yerler hep çocuk kalıyor ve sanırım kalmaya da devam edecek. İşte bu sebepten sık sık çocukluğumdan dem vuruyorum ve bu yazımda da çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda yaşadığım iki Tatilya macerasından bahsedeceğim.

Tatilya nedir?

Öncelikle bilmeyenler için kısa bir açıklama geçeyim. Tatilya, 1996 ile 2006 yılları arasında çocukların gönlünde taht kuran bir lunaparktı ama öyle böyle değil; Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük; dünyanın ise 4. en büyük lunaparkı. Orada bulunan oyuncaklar bizim yazları gördüğümüz lunaparklardaki basit oyuncaklar gibi değildi. Yani özetle, bir dönemin çocuklarının eğlence merkeziydi. İstanbul/Beylikdüzü’nde kuruluydu. 2006 Nisan’ında Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren işadamı Malaşin Barzani tarafından satın alındı ve taşındı. Yani Tatilya kapandı…

Gözümde canlandı koskoca mazi:
Ortaokulda Tatilya!

Şimdi kalkıp da burada size yalan söyleyecek değilim. Tahminlerim beni yamultmuyorsa ilk kez 2000 yılında kız kardeşim ile okul gezisi çerçevesinde gitmiştik. O zamanlar tabi Sakarya/Karasu’da olduğumuz için bırak Tatilya’yı İstanbul’a gitmemiz bile büyük mutluluk kaynağı. Gezi duyurusu yapılınca kız kardeşimle birlikte harçlıklarımızı yemeyerek para biriktirmeye başladık. Kararlıydık da ama nasıl olduysa babam öğrenmiş, “Harçlıklarınızla karnınızı doyurun, ben öderim gezi parasını” dedi. Baba dedik, kralsın. Hoş babam hep kraldır, şimdiye kadar okulla gittiğim gezi paralarını hep babam ödemiştir.

Tabi biz kız kardeşimle yine sembolik olarak para biriktirmeye başlardık, babam da öğrenip duruma el koyardı. Maddi durum olarak da çok iyi konumda değiliz. Herkes gibi evde çorba kaynıyor, damımız akmıyor falan ancak o kadar iyi bir durumdayız. Lüks bir şeyimiz yok, en lüks şeyimiz oyuncaklarımız. İşte o zamanlar biz de yaz aylarında Karasu’ya kurulan lunapark ile idare ediyoruz ama hakkını da yemeyelim, güzel lunaparktı bizim oradaki de. Neyse yine yanılmıyorsam saat 06.00 gibi okulun önünden otobüsle yola çıktık. Aileler yolculadı falan.

Tatilya’nın girişi göründü ama bizde nasıl bir heyecan anlatamam. Sanki Kristof Kolomb’uz da yeni bir kıta keşfetmişiz. Ulan altıüstü normallerinden daha büyük ve çeşitli oyuncakları olan bir lunaparka geldik. Ama o zaman bunu algılayamıyorsun, arkadaşlarına anlatacağın bir sürü anı olacak çünkü orada. Neyse bizi Tatilya’nın Cumhurbaşkanı bir hürmetle karşılıyor ki sormayın. Kendisi halen genç, çünkü fotoğraflar yaşlanmaz; bakın aşağıda.

Tatilya Cumhurbaşkanı

Tatilya Cumhurbaşkanı

İçeri girdik, girer girmez şu otellerdeki açık büfe olayında olduğu gibi kollarımıza bileklik taktılar. Kurbanlık dana gibi bizi damgaladıklarını hissettim adeta. Neyse dedim ulan, bizlik bir sıkıntı yok hem gülü seven dikeniyle de aşk yaşar. Bileklikle kanka olduk. Varlığını bile hissettirmedi namussuz. O bilekliklerle birçok oyuncağa ücretsiz binebiliyorsun. Bazıları ücretli ama onlara gelene kadar dünya oyuncak var.

Ben şimdi de izninizle bindiğim oyuncakları falan anlatayım liste halinde. Anlatmaya başlamadan önce de şunu açık açık belirteyim: İlk 2 saat falan her yerde sıra olduğu için çocuk trenlerine, atlıkarıncaya falan bindim. Ulan o kadar para verdik, hiçbir şeye binmeden döndük demeyelim diye de konuşan ağacı falan dinledim.

 Su kaydırağı (Kaydıraks) 

Ben hemen kız kardeşimi kız arkadaşlarına sattım ve kendi arkadaşlarımla dolaşmaya başladım. Dedik ulan su kaydırağı iyiymiş. Hem hava sıcak, ıslanırız serinleriz ama sırayı görünce topuklarımız kıçımıza vurarak uzaklaştık.

Tatilya Kaydıraks

Tatilya Kaydıraks

Sonra ben allem ettim kallem ettim sıra bekledim ve başardım binmeyi ama doğru düzgün ıslanamadım. Yine de güzeldi, hatta fotoğrafım da var ama şimdi memlekette olduğu için buraya koyamadım.

 Curcunel 

Aslında korku tüneli vasfıyla hizmet veriyordu. Muhtemelen Korku ve Tünel kelimelerini çocukların ilgisini çekecek biçimde nasıl birleştiririz diye kafa patlatıp bu ismi bulmuşlar. Bence fena seçim de değil. Curcunel, karanlık ya da loş ışıklı bir ortamda yürüdüğünüz, çeşitli engellerle karşılaştığınız, labirentlerden geçtiğiniz bir platformdu. Yer ayağınızın altında titrer ve hareket ederdi, aynalar da hareket ederdi falan. Çıkışa yakın alttan hava verirlerdi böyle teker şişirme pompalarından çıkan ses gibi bir sesle, o biraz ürpertirdi ama genel anlamda korkunç bir yer değildi. Korku tüneli havasında değildi yani.

 Gökkule 

 Klasik lunaparklardaki salıncaklara benzerdi ama çok daha komplike haliydi. Ben hiç binmedim, bu tür oyuncaklar bana çekici gelmiyordu ama binen arkadaşlarım “Oğlum bütün Tatilya ayaklarının altında” gibi cümlelerle hava atıyorlardı. Şekli, tipi falan da böyle bir şeydi:

Tatilya Gökkule

Tatilya Gökkule

 Sinerama 

Hayatımın ilk 3D, 4D, 5D, 10 üzeri sonsuz D sineması buydu. Yanılmıyorsam trenle raylarda ilerleyerek dinozorlardan mı ne kaçıyorduk. O zamanlar 2. boyuttan ilerisini bilmediğimiz için harika bir deneyimdi.

Tatilya Sinerama

Tatilya Sinerama

 Konuşan ağaç 
Çocuklara masal anlatmak için değil de korku hikayeleri anlatmak için tasarlanmış gibi bir hali vardı. Tip ve tasarım olarak zaten korkunç olan bu ağaç bir de konuşmaya başladı mı etrafta kaçışan çocuklar olurdu bazı zamanlar. Hoş sonra sonra alışırdık da anlattığı masalları iyice dinler, arkadaşlarımıza anlatırdık ya orası ayrı.
Tatilya Konuşan Ağaç

Tatilya Konuşan Ağaç

 Alabora 
Tabi ki buranın en korkutucu, cesaret ispat ettirici oyuncağı Alabora’ydı. Galiba ortaokul gezisinde binememiştim, tam hatırlamıyorum ama lisede gittiğimde binmiştim. Bu oyuncak size havada taklalar attırır, baş aşağı durduğunuz sırada bozuk paralarınızın aşağı doğru düşmesine neden olurdu. Bu oyuncakla ilgili yok havada uzun süre kaldılar, yok alabora devrildi falan diye haberler çıkmıştı ama gerçek mi değil mi bilmiyorum. Açıkçası inanasım gelmiyor.
Tatilya Alabora

Tatilya Alabora

 Tatilya Expressi (Rollercoaster/Tren) 
Belki de en keyif aldığım oyuncak buydu. Tepeyi yavaşça çıkıp bir anda yokuş aşağı hızlanmasıyla yürekleri ağızlara getirirdi. Bindiğimde birkaç kez kafamı yan taraflara çarpmıştım aşırı hızdan dolayı ama öyle büyük çarpmalar değildi. Hele o virajlardaki ani manevralı dönüşler yok mu ah o dönüşler insanı “Bir daha mı! Tövbe!” dedirtecek gibiydi.
Tatilya Tren

Tatilya Tren

 Ve diğerleri 

Bu saydıklarım dışında botanik bahçesini gezdim. Bayağı fazla çeşitte bitki ve habitat vardı ama küçük olduğumuz için pek ilgimizi çekmiyordu. Onun dışında şimdilerde birçok yerde görebileceğiniz 5 fal 20 TL zımbırtıları var ya hah işte onun gibi bir şey vardı. 1 TL (O zamanlar 1 Milyon’du. Yani paradan henüz altı sıfır atılmamıştı) karşılığında tarot falı bakıyordu bilgisayar size. Bir de tabi o zamanlar birkaç kez deneyip sevdiğim ve sonra da hiç görmediğim bir lezzet vardı: Osmanlı macunu. Onu da bulmuşken denemeden geçmedim. Bunlara ek olarak da atari salonları vardı ama ben uğramadım o kısma çünkü ekstra ücretliydi. Bir de Tatilya Parası ya da bir diğer adıyla Tatilya Jetonu vardı. Bu para/jetonla oyun makinelerinde oyun oynanıyordu ama hiç oynamadım.

Buradaki maceram bittiğinde içimde erken ayrılıyor olmanın burukluğu vardı. Bir daha gelebileceğimi sanmıyordum ama zaman ilerledi ve lisedeyken İstanbul gezisi yapılacağı açıklandı. Gezide Miniatürk, Tatilya, Taksim gezisi falan vardı. En yakın arkadaşım Kerem’le konuşup gitmeye karar verdik. Evdekilere konuyu açınca parayı da aldım. Çok büyük bir para değildi ama benim için önemliydi. Göz açıp kapayıncaya kadar zaman geçti ve İstanbul gezisinin vakti geldi. Kerem’le ben çıktık yola.

Bu yazıyı da sevebilirsin: Eski Atari Salonları

İlkgençlik yıllarımın kaçamağı: Lisede Tatilya!

İlk olarak Minatürk’ü gezdik İstanbul’a vardığımızda. Burası ülkemizdeki çeşitli eserlerin minyatürlerinin bulunduğu mükemmel bir yer. Daha ayrıntılı bilgiyi Minatürk web sitesinden edinebilirsiniz. Biz şimdi gelelim olayın devamına çünkü olayın devamında olaylar gelişiyor. Tatilya lan boru mu! Girdik içeri ama sıra falan yine hayli yoğun bir ortam. Neyse sıralara girdik ve Tatilya Ekspresi, Su kayağı, Curcunel, Sırlar Müzesi ve sonunda da Alabora’ya bindik.

Özellikle kafaüstü dururken hayatın anlamı üzerine çeşitli sorgulamalar yaptık. Hatta bir ara Platon mu döver Descartes mi diye yumruklaşıyorduk 🙂 Kafa o derece gitmiş yani düşünün ama bir kez daha binmekten kendimizi alıkoyamadık. İkinci ve son binişimizde zamanı unutmuşuz. Bizim okul toparlanmış, gidiyor ama bakıyorlar ki otobüste biz yokuz. Herkes bizi arıyor Tatilya’da. Kafamız aşağı doğruyken bir anda Haldun Hoca’yı gördük. Tersten bakınca biraz ilginç görünüyordu ama sinirliydi de. Sesini duyamasak da ifadeleri saat kaç oldu, neredesiniz lan siz! Sizi arıyoruz ……….. gibiydi. Temsili olarak şu şekildeydi:

Tatilya Alabora Maceramız

Tatilya Alabora Maceramız

Durun bakın şimdi size azıcık Sırlar Müzesi’nden bahsedeyim. Hep Kerem’in yüzünden.

 Sırlar Müzesi 

Buraya ekstra ücretle giriliyordu. En yakın arkadaşım Kerem’in ısrarlarına dayanamadım, parayı bastık girdik ama pek de bir esprisi yoktu. Piramide giriyorsunuz ve firavunun gizli mabedinde üç boyutlu gözlüklerle ilerliyorsunuz. Size verilen kartlardaki işaretlere basarak bu gizem ve sırlarla dolu odada bilmeceleri çözerek ilerliyorsunuz.Çok da matah bir yer değildi. Verdiğimiz paraya yazık.

Eğlenceli maceramız bitince İstiklal Caddesi’nde biraz yürüdük. Bir şeyler yedik. Sonra da döndük.

Sonra her şey bitti: Tatilya yıkıldı ve taşındı!

Güzel olan her şeyin bir sonu olduğu gerçeği 3 Nisan 2006’da tokat gibi çarptı yüzümüze. Tatilya kapandı… Yıllar sonra öğrendim ki Irak/Erbil’e kurulmuş. Şimdi oradaki çocukları eğlendiriyor. İçim burulmadı mı? Buruldu ama elden ne gelir. Biraz daha hüzünlenmek için aşağıdakilere de bakalım.

Tatilya böyle yıkılmış

Tatilya'nın Yıkılışı

Tatilya’nın Yıkılışı

Tatilya Ekspresi’nin Erbil’deki hali